1980’li yıllar kalite düşüncesinin ve ilgili temel kavramların insanlığın odak noktasına yerleşmesine ve ilgili temel bazı terimlerin de giderek önemini artırmıştır. Böylece özellikle müşteri memnuniyeti ve kalite kavramları denetim odaklı düzeltici çalışmaların yerini performans odaklı önleyici (proaktif) çalışmalara bırakmasına yol açmıştır. Sözü edilen önleyici çalışmalar ancak ölçme, analiz ve iyileştirme amaçlı çalışmaların özellikle sürekli, düzenli ve ilgili standartlar çerçevesinde gerçekleştirilmesi koşullarına bağlı olmaktadır. Bu demek oluyor ki özel sektörde ve kamuda gerçekleştirilen tüm faaliyetlerin hem bireysel planda ve hem de kurumsal düzeylerde ölçülmesi ve başarı derecelerinin ortaya çıkarılmasını gerektirmektedir. Sonuçta düzeltici çalışmaların yanı sıra herhangi bir biçimde aksaması olası yönler de ortaya çıkarılabilmektedir. Bu, sorun oluşmadan onu ortadan kaldırma fırsatı demektir. İşte bu nedenlerle sınırsız rekabet dünyasında özel sektör ve kamu sektörü farkı olmaksızın kuruluşların stratejik hedeflerine ulaşabilmeleri ve sürdürülebilir politikalar üretebilmeleri, güçlü bir performans yönetimi ve yine güçlü bir değerlendirme sistemi ve kendi standartlarını meydana getirebilme düzeyleri ile ilişkili olmaktadır.
Performans, yönetimin bir bilim olarak kabul edilmesi sonucunda en çok kullanılan ve uygulama aşamasında da çok problemle karşılaşılan temel yönetim kavramlarından biridir. Özellikle şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır: F.W. Taylor’un (1911) ‘Bilimsel Yönetimin İlkeleri’ adlı çalışmasında kabul ettiği dört temel ilke ve çalışanların performanslarını en üst düzeye çıkarmak için gerçekleştirdiği uygulamalar (zaman ve hareket etütleri ile etkili ve çabuk verim alınması) sonucunda ortaya çıkardığı mekanik insanın, yüz yılı aşkın süredir eleştirilmesine sebep olsa da, kısa süre sonra E. Mayo ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen Hawthorne araştırmaları çerçevesinde ortaya konan anti-tez, bireysel performansın artırılmasında, teknik ve fiziki kapasitenin artırılmasının başlı başına yeterli olamayacağı ve aksine olarak da sosyal ve psikolojik koşullar çerçevesinde gerçekleştirilecek iyileştirmenin bireyi güdüleyeceği ve aynı şekilde bireysel ve örgütsel performansı da arttıracağı yönünde olmuştur.
1930’lu yıllardan bu yana özellikle farklı tekniklerle uygulanan bireysel ve kurumsal performans çalışmaları kamu sektörü ve özel sektör kurum ve kuruluşları tarafından çok dikkate alınır olmuştur. Konuyla ilgili kuramsal ve deneysel literatür çalışmalarının sayısı 1970’li yıllardan başlamak üzere giderek artma eğilimi göstermiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen ilgili bilim insanlarının üzerinde anlaştığı uzlaşılmış bir tanımdan söz etmek şu an için mümkün görünmemektedir. Söz konusu alanda kuramsal ve uygulamalı birtakım çalışmalar veren bilim insanları çoğunlukla kendi uğraş ve alanları ile perspektiflerinin etkisinde olarak performans tanımları ortaya koymuşlardır. Bunlardan bazıları şu şekilde verilebilir